Bir Ülkenin Beyni Nasıl Felç Edilir

0
FZ
Bir Ülkenin Beyni Nasıl Felç Edilir*

Üzerine titreyerek yetiştirdiğiniz çocuğunuz stresli bir sürecin ardından üniversiteye girdiğinde onun zarar görmesini ister misiniz? Evladınızın kandırılması hoşunuza gider mi? Peki çocuklarınızın öğretmenleri yani üniversitedeki hocaların bir kısmı sizi ve hemen herkesi kandırsa neler hissedersiniz? Maaşınızdan veya kazancınızdan kesilen vergilerin, sizi ve çocuklarınızı kandırmaya çalışan insanlara verildiğini öğrenseniz kendinizi iyi hisseder misiniz? Böyle insanların çocuğunuza ve başkalarına örnek olmalarını ister misiniz ya da çocuklarınızın böyle insanlara dönüşmesini?

Benim bir çocuğum olsa yukarıdaki soruların hepsine hiç tereddüt etmeden "hayır!" cevabını verirdim. Dahası böyle soruların sorulmasını bile garip karşılardım.

Henüz bir çocuğum yok ama yukarıdaki soruları sormama yol açan bazı olgulardan ve olaylardan haberdar olmak beni epey rahatsız etmeye başladı. Sizi de rahatsız etmesi gerektiğini düşündüğüm için bu yazıyı yazmaya karar verdim. Neden sizi de bu rahatsızlığa ortak etmeye çalıştığımı aşağıda izah edeceğim.
Eğer bir ülkeyi, modern bir toplumu insan vücuduna benzetirsek üniversiteler o vücudun beynidir diyebiliriz. O toplumun beynindeki hasarlar, vücut fiziksel olarak ne kadar güçlü olursa olsun ciddi soruna yol açar. Beyni ciddi zarar görmüş bir insan doğru dürüst karar veremez, başkasına muhtaç kalır, hayatını idame ettirmekte güçlük çeker. Peki bir ülkenin beyni ne zaman zarar görür? Çocukların geleceği ne zaman kararmaya başlar? Mesela üniversite sisteminde yani akademik ortamda bilim adı altında üçkağıtçılık yapılırsa hem üniversitede bulunanlar, hem üniversitenin ürettiklerine dayanan sanayi, hem de tüm bunların meyvesini yiyecek, refahını sürebilecek olan vatandaşlar, yani hepimiz zarar görmeye başlarız.

Peki bu akademik üçkağıtçılık neye benzer? Tespit etmesi kolay midir? Tespit ettikten sonra başa çıkması kolay midir? Bunlara olumlu cevap verebilmek isterdim ama son birkaç ayda okuduklarımdan ötürü karamsarlığa kapıldım. Gördüğüm kadarıyla akademik üçkağıtçılık çok farklı şekillerde gerçekleşebilmekte. Bu yöntemler içinde belki de tespit etmesi en kolay olanı doğrudan başkasının çalışmasının bir kısmını ya da tamamını aşırıp kendisininmiş gibi göstererek akademik başarı sağlamaya çalışmak. Prof. Dr. Selçuk Candansayar'ın 'Kestirmeden Bilimci Olmak' başlıklı yazısında (NTV Bilim, Haziran 2010) bu ve benzeri yöntemler gayet açık bir dille tarif edilmiş. Bunun dışında yine pek çok somut intihal vakası da http://plagiarism-turkish.blogspot.com adresinde yer alıyor. Doğrusu tek derdimiz intihal olarak da bilinen bu akademik üçkağıtçılık yöntemi olsa idi, bunu kopyacılık kategorisinde değerlendirip mücadele etmeye çalışır ve kendimizi başka şeyler için boş yere üzmezdik. Ancak görebildiğim kadarı ile epey popüler başka bir yöntem de var: içi boş ama süslü puslu laflardan ibaret olan, bilimsel olarak aslında pek bir şey ifade etmeyen düşük nitelikli ya da tamamen uydurma araştırmaları, yine bilimsel olarak bir şey ifade etmeyen sözde 'bilimsel' dergilerde veya konferanslarda yayımlatıp bunlarla akademik ortamda prim yapmaya, üniversite sisteminde yükselmeye çalışmak. Yani içi boş, başka bir deyişle sahte bilimsel makale üretimi.

İçi boş makale üretimini tespit etmek, doğrudan intihale yani hırsızlığa dayanan üçkağıtçılığı tespit etmeye kıyasla daha zor görünüyor. Ana babaların ve üniversite seçmeye çalışan öğrencilerin işi zor çünkü üniversitelerde çalışan araştırmacılar dahi bu tür şeyleri hemen tespit edememekte. Bunun sonucunda da bazı üniversitelerin "bakınız filanca hocamız şu bilimsel alanda 1 sene içinde 20 tane uluslararası makale yayımladı! Muazzam bir başarı!" gibi ifadelerle övünebilmesinin önü açılmakta. 'Ekip olarak çalışan' çalışan üniversite hocalarının iki üç haftada bir uluslararası camia ile paylaşmaya değecek özgün bilimsel kesifler yapıyor olmaları her ne kadar göz yaşartıcı bir performans olsa da insan ister istemez kendine şunu da soruyor: Acaba o çalışmalar diğer bilimcilerin gelecekteki çalışmalarına ne kadar dayanak teşkil etmekte, diğer bilimciler o çalışmalara ne kadar atıfta bulunulmaktadır? Başka bir deyişle o çalışmaların içi ne kadar doludur? Japonya'da doktora yapmakta olan Çağrı Yalgın, 'Bilimde atıf, etki değeri ve diğer göstergeler' başlıklı blog girdisinde bir makalenin etkisinin günümüzde nasıl hesaplandığına dair gayet kolay anlaşılır bilgiler vermekte ve Türkiye?deki makalelerin uluslararası bilim camiasında çok etki yaratmadığına dair istatistikler sunmakta (http://goo.gl/6oV6B). Nicelik ve nitelik arasındaki gerilim burada kendisini bir kez daha gösteriyor.

"Durum gerçekten bu kadar vahim mi?", "buna karşı yapılabilecek hiçbir şey yok mu?" sorularını soran insanlardan biri olarak yine bilim dünyasından ümitli olduğumu söyleyebilirim. Mesela ABD'de bilgisayar bilimleri alanında yaptığı doktora çalışmalarına devam eden A. Murat Eren'in 'Bilimsel Ahlaksızlığın Gri Mecraları' (http://goo.gl/FgwWG) başlıklı blog girdisinde ve NTV Bilim'de (Ekim 2010) aynı başlıkla çıkan yazısında, ayrıca daha sonra Hürriyet'te (12 Aralık 2010) Sefa Kaplan'ın 'Parayı bastıranı profesör yapıyorlar' (http://goo.gl/AEyDK) başlıklı yazısında marifetleri anlatılan WASET (http://waset.org) gibi sözde yani sahte bilimsel organizasyonlar yavaş yavaş gün ışığına çıkmakta, dikkatleri çekmeye başlamakta. Tabii ki içi boş yani sözde bilimsel makale üretimi bunlarla sınırlı değildir ve kalmayacaktır. Üniversite hocalarının, bilimsel araştırmacıların başarıları büyük ölçüde makale sayılarına, yani kalite ve içerik yerine niceliğe bakılarak değerlendirildiği sürece bu tür akademik üçkağıtçılık çabaları da belki tespit etmesi gittikçe zorlaşan şekillerde karşımıza çıkacaktır. İşin acı verici taraflarından biri de mesela Hürriyet'teki yazının sonunda yer alan TÜBA (Türkiye Bilimler Akademisi) başkanı Prof. Dr. Yücel Kanpolat'ın bu konuya dair şu sözleridir: "WASET isimli internet sitesinden haberdar değildim. Sizin uyarınızdan sonra araştırdım. Ama itiraf etmek zorundayım ki, ben bu şeyin jandarmalığını yapmaya niyetli değilim. TÜBA'nın yapması da söz konusu değil. Bu yollara başvuran insanların bence bilimden yana bir iddiaları olmamalı. Toplum da bu insanları kınamıyor. 'Yayın patlamasında bu işin ilgisi var mı' konusuna da bakacak kadar vaktim yok, bağışlayın."

Açıkçası bu işin jandarmalığını yapacak kurum TÜBA mıdır, TÜBİTAK mıdır, kendilerine hoca seçen üniversiteler midir yoksa kendine üniversite seçmeye çalışan gençler veya onların ana babaları mıdır bilmiyorum. Belki de hepsidir. Ya da belki yurtdışında örneklerini görmeye başladığımız COPE (Committee on Publication Ethics - Yayın Etiği Komitesi http://publicationethics.org) gibi oluşumlardır. Emin olduğum tek şey var, o da şu: Yetkisi olanlar bu işin jandarmalığını yapmalı, yeteneği ve bilgisi elverenler de sürekli bu tür üçkağıtçılık örneklerini gündemde tutmalı, önüne geçilmesine yardımcı olmalıdır. Böylece belki kamu kaynaklarının çarçur edilmesine, öğrencilerimizin, araştırmacılarımızın içi boş makaleler yüzünden saçma sapan şekilde vakit kaybetmelerine, üniversitede haksız rekabete karşı biraz daha direnebilir, ülkenin geleceğinin karartılmasının, beyninin felç edilmesinin önüne az da olsa geçebiliriz. Ve belki yine bu sayede Türkiye?deki 167 üniversiteden sadece 2 tanesinin yanı sadece %1.2 kadarının dünyadaki en iyi 200 üniversite listesine girebilmesi gibi bir durumu sevinçle karşılamaktan kurtulur ve çok daha yüksek rakamları olağan karşılayacak seviyeye geliriz (merak edenler Radikal'in 24/11/2010 tarihli 'Dünyanın En İyi 200 Üniversitesi listesine Türkiye'den iki üniversite girdi' haberini okuyabilirler).

Ben bu konularda herhangi bir yetkisi bulunmayan ve ancak dolaylı yoldan bilgisi bulunan sıradan bir vatandaş olarak hayal kırıklığımı, üzüntümü, öfkemi ve geleceğe dair kaygılarımı bir nebze paylaşmak, sizleri de rahatsızlığıma ortak etmek istedim. Şimdilik verebileceğim tek bir söz var: Bunu başarıp başaramadığımı takip etmeye ve gürültülü şekilde paylaşmaya devam edeceğim.

Emre Sevinç

*: Bu makalenin özgün hali ilk olarak Bilim ve Gelecek dergisinin Şubat 2011 tarihli 84. sayısında yayımlanmıştır (basılı şekli http://www.flickr.com/photos/64416865@N00/5412594771/ ve http://www.flickr.com/photos/64416865@N00/5412594845/ adreslerinde yer almaktadır). Makalenin elektronik hali ise ilk olarak http://ileriseviye.org/blog/general/bir-ulkenin-beyni-nasil-felc-edilir/ adresinde yayımlanmıştır.

Görüşler

0
meliktas
Emre Bey, bu konuyu vurguladığınız ve fikirlerinizi paylaştığınız için teşekkürler ve size kesinlikle katılıyorum... Bence çok önemli bir konu... İzninizle kendim sayfamda da paylaşmak niyetindeyim. Umarım sorun olmaz sizin için, olursa da kaldırabilirim tabiki... Bu arada site adresim www.adresbahane.com...
0
ekomut
Ben de www.findikkabugu.net e aktarıyorum bilginize.
0
neden
Ben bizzat böyle yalandan dolandan yükseklisansını yapmış şimdi de doktarasını yapmaya çalışan bir sözde akademisyeni tanıyorum.Üstelik Bilgisayar Bilimleri alt dallarından birinde yapmaya çalışıyor.Şimdi bu adam ne .... yerse yesin diyorum ama bu adam üniversitede ders de veriyor bir ... bilmediği konu hakkında kime ne anlatıyor tahmin edilebilir sanırım ...
0
xelon
"Doktora için 3 yayın şartın var", "5 bildiri yayınlamalısın", "Oooo baksana 30 makale yayınlatmış" vs derseniz tabi ki durum bu olur. Yayınları sayılarla ifade etmek kadar saçma birşey olamaz. "No Silver Bullet" ın değeri 1 (sayıyla bir) midir? Hiç alıntılanmamış bir makale değersiz midir?

Peki ya cümleleri devirip devirip aynı makaleyi 10 kere yayınlatanlara ne demeli? Her sene "kendi" konferansını düzenleyip, kendi öğrencilerinin makalelerini yayınlatıp üstüne de hiçbir katkısı olmadan makalede adının geçmesi? Bu iş sanat değil miydi arkadaşlar? Hangi sanatçı bu gibi sahtekarlıklarla tatmin olabilir?

Sırf bu gibi saçmalıklar yüzünden doktoradan vazgeçtim.

Ayrıca sadece Türkiye ile bu işi sınırlamak son derece yanlış. Bu tartışmalar sadece Türkiye de yapılmıyor. Haberi ilk duyduğumda şok olmuştum. Buyrun "el oğlu" neler yapmış.

http://pdos.csail.mit.edu/scigen/

0
AloneWalker
Bende bu işlerden birebir geçmiş, şahit olmuş, ilk zamanlarda kandırılmış ve üzerimden yayın yapılmış bir akademisyen olarak burada yazılan herşeye tamamen anlıyor ve katılıyorum. İnanın akademik camiadaki gördüklerimizi ve şahit olduklarımızı anlatmaya kalksak; 1. Ciltlere sığmaz. 2.Ömrü billah ne bir üniversitede çalışabiliriz ne de bize bu camiada iş yaptırırlar. Başımıza da çevremizede ailemizede gelmeyen kalmaz.

Yalnız MIT deki bu sistemi yapan kişileri tebrik etmek lazım. Sahtekarlığın MIT 'cesi bu olsa gerek. Keşke bizde de en azından böyle bir sistem üzerinden sahtekarlık yapılsa. :) Sistem kendi başına bile yayın olabilir aslında :P

Gene yurtdışı kalitesi başka canım.Adamların üçkağıdı bile kaliteli yani.
0
gentoo
Cevapı a şıkkında hemen görüyoruz. Yani yazının iktibas edildiği sitenin kendisinde:

http://www.bilimvegelecek.com.tr

Burada kendilerine bilim, teknoloji gibi süslü kelimeler seçen insanların güya Turan Dursun'un ağzından din adamlarına hakaret ettiğini görüyoruz. Ayrıca Dursun'un çoğu kitabını okumuş bir insan olarak da böyle bir yazıya hiç rastlamadım.

Bir ülkenin beyni böyle bilim gibi kavramların arkasına saklanıp bu konularla hiç alakası olmayan saçma sapan yazılarla, üniversitelerde politikanın bilimin önüne geçmesiyle, asistanlara çanta taşıtma ile, üniversiteye girişlerde binlerce onbinlerce zeki, enerjik genç beynin meslek lisesi çıkışlı olduğu bahanesiyle üniversite kapısından döndürülmesiyle felç edilir.

Böyle insanları --hebele, hübele-- laflarının arasına sıkıştırdıkları sanki tekerleği yeni keşfediyormuşçasına söyledikleri evrim! kelimesi ile farkedebilirsiniz. Eski çağlarda da varmış böyle dinozorlar şimdi de var ne yazık ki..
0
okanakyuz
Waset mi Vasat mı bilemiyorum. En güzel olan ne biliyor musunuz bu ülkede Elif Şafak okuyup entellektüel olanlar var. Sanırım onlar makale yollama tercihinde bulunuyorlar. "Bu makalemin adı aşk olsun, bunda da Yunus Emrenin şu dizelerine yer vereyim millet çok alır, çünkü bayılırlar romantikim len demeye."

Ben en çok google translate tercümeli makaleleri seviyorum. That is why i am türkish..
Görüş belirtmek için giriş yapın...

İlgili Yazılar

Vatandaşını Unutan Bilişim Sektörü

FZ

Radikal´in bilişim yazarı Serdar Kuzuloğlu Türkiye´deki bilişim sektörüne ateş püskürmeye devam ediyor:

``Bu köşeden yaklaşık bir yıldır, Technology Channel ekranındaki Technosohbet programında da haftalardır soruyorum (aslında sorguluyoruz): Türkiye'deki bilişim sektörü temsilcileri topumuzu aldatıyor olabilir mi? Dünyanın en büyük işlemci üreticisi ülkenin en büyük yerel bilgisayar markalarından biriyle bir olup bilgisayarlaşma oranına katkıda bulunmak için bir kampanya yapıp 5 (yazıyla beş) bilgisayar verebliyorsa, TÜBİSAD adıyla bilinen Türkiye Bilişim Hizmetleri Derneği'nin yönetim kurulunun çoğunluğu yabancı (Onlar da Amerikan. Uluslararası diyemiyorum bile) bilişim şirketlerinden oluşuyorsa aklıma ister istemez bunlar geliyor. Sizin gelmiyor mu?´´...

``Bilişim odaklı sivil toplum kuruluşlarının yaptıklarını burada uzun uzun anlatmak isterdim, orada da tökezliyor elim kolum. Bilgisayar okur yazarlığını geliştirme adı altındaki girişimler ücretsiz Microsoft kursuna dönüyor. Kimileri öte yanda kuraldı, kanundu, düzenlemeydi kaptırmış gidiyor. Şu anda derdi bilişim olan sivil toplum kuruluşlarının bu ülkeye ait bütün hayalleri gerçekleşse biz sıradan vatandaşların eline ne geçecek biliyor musunuz? HİÇ!´´...

Playchess Türkçe ve Ücretsiz

meddah

220.000 üyeye sahip, dünyanın en büyük satranç portalı olan Playchess ile İş Bankası bir anlaşma yaptı. Bu anlaşma ile Playchess ücretsiz ve türkçe olarak satranç severlere http://www.satrancoyna.com.tr/ adresinden hizmet vermeye başladı.

Yükselen Değerler Medyası...

conan

Yükselen değerleri daima takip eden ve kendisine uygulayan güzide medyamızın bir ilke daha imza atmış olmasını gururla burada haber yapıyorum! Çok değil belki bir sene öncesine kadar içeriğini kimseyle paylaşmak istemeyen, ya da para ile satan medyamız bir anda ne hikmetse RSS feedleri ya da içerik paylaşımları yapmaya girişti.

İşte bazı gazetelerimizin birden ortaya çıkan RSS linkleri.

Matematiksiz Eğitim

FZ

Radikal'deki habere göre 2004 yılı Liselere Giriş Sınavı'yla ilgili 'skandallar' bitmek bilmiyor. 64 bin 598 öğrencinin 'sıfır' puan almasıyla Türk eğitim tarihine geçen bu sınav sonucunda, matematikten 'bir tek net bile yapamayan' öğrencilerin, Anadolu liselerine '1.' olarak girebildiği belirlendi.

Milli Eğitim Bakanlığı'nın 2004 yılı LGS sonuçlarına ilişkin istatistik çalışması, 'seçkin' sayılan bu liselere girmenin aslında sanıldığı kadar zor olmadığını gösterdi. Sınavda Türkçe (25), matematik (25), sosyal bilimler (25) ve fen bilimleri (25) dallarında toplam 100 soru soruldu.

Buna göre, Erzurum'un Hınıs, Afyon'un Çay, Bilecik'in Gölpazarı ve Van'ın Erciş ilçelerindeki Anadolu liselerine 'birinci' olarak giren öğrencilerin dördü de LGS'de matematik sorularından bir net bile çıkaramadı.

Taban puanı en düşük Anadolu Lisesi Çankırı'daki Çerkeş Anadolu Lisesi oldu. Bu okula son sıradan giren öğrencinin puanı 482.866. Bu öğrenci toplam 100 sorudan dört netle Anadolu lisesine kaydını yaptırdı. Öğrencinin matematik neti -5, Türkçe neti ise -2 olarak gerçekleşti.

Kaynak: Radikal

Vah vah vah!!!

parsifal

29 Eylül 2002 sabahı Kaş'da insanların uyanmasıyla bir koşuşturma başladı. Dükkan sahipleri ve Kaş sakinleri birbirlerine aynı soruyu soruyordu: "Sizde bir şey var mı?"
Sabah 8 sularında Kaş'a enerji veren hatlarda bir karışıklık olmuş ve bazı fazlara nasıl olduysa 380 volt'un üzerinde enerji gelmişti.

Sonuç: 2 büyük sokaktaki tüm klimalar ve digiturk kutuları, pek çok tv, pc, buzdolabı vb. elektrikli ev aletleri çalışmıyor. Yüksek gerilimden kaynaklanan hasarları, ne üreticiler ne de sigorta şirketleri garanti kapsamına alıyor.